30 Ağustos 2010 Pazartesi

Doğum Günü - Bölüm2

Ortamdaki insanlar mekanın başka bir tarafına doğru yöneldiler. Bende ayak uydurup hemen yukarı geçtim. Halbuki duş alıp çıkmıştım evden şansa bak kaslı ile yan yana oturuyordum. Espriler havada uçuşuyor, içkilerin ardı arkası kesilmiyor dj de veriyordu death metalin, goth metalin, hard rockın, heavy metalin gözüne gözüne. Acıkmıştım. Menüye baktım. Abidik gubidik isimli yemekler vardı. Doğum günü kızına sordum ne yiyim diye. Bilmemneli sandviç ye dedi bana şarabından bir yudum alırken. Garson geldi. Bana şu bilmemneli sandviçten getirir misiniz dedim. Döndü gitti. Ortam yine neşeliydi. Doğum günü kızı bir o masada bir o masada arkadaşları ile muhabbetler içindeydi. Bende can yoldaşım sezot ile muhabbet içinde bulunuyordum zaman zaman. O sırada doğum günü kızının İngilizce hocası geldi. Sezot bir irkildi bir irkildi. Ne oldu lan dedim. Dürttüm bir iki. Kendine gelince başladı anlatmaya. Olum yazın kemancıda bu adamın rock grubunun konserine gittim Allahın tesadüfüne bak lan dedi. Bu lafın üzerine doğum günü kızı kalk masalarına gidelim dedi. Sezot hemen tedirgin bir ifade ile yok kızım ne işim var saçma dedi. Sezot çok kez saçma kelimesini kullanıyordu. Bu arada yemeğim gelmişti. Eşek kadar bir tabağın içine dünyanın en sikindirik yemeği olan patates kızartması etrafına da dört dilim sandviç koymuşlardı. Şöyle bir kokladım. Yemeği önce koklarım. Sonra tadına bakarım. Sonra yerim. Kokladım, içinde ne var baktım. Bir tuhaf koku geliyordu. Biraz daha koklayınca içindeki salatalıkların çok tırt olduğunu anladım. Tırt salatalık tırt bir koku salmıştı ortama. Ve bu tırt koku benim yemeği sipariş etmemden dolayı yayılıyordu. Birden kokuya alışınca zihnim canlandı ve tabakta duranları seyrettim. 4 dilim sandviç ortasından dandik bir plastik çatal geçirilmişti. Aynı çatalı Üsküdar ‘da patsocu köşem kafede patsonun tırt patateslerini yerkende kullanıyordum. Fakat bir patso 2 lira idi burada yediğim tırt yemek ise 8 lira idi. Allahtan krediyi yeni almıştım da sekiz lira falan gözümde değildi. Zaten açlıktan gözüm dönmek üzere idi. Ortasında plastik iki uçlu çatal olan sandviçleri nasıl yiyeceğimi bilemediğim için önce patatesleri götürdüm tek tek. Patatesler azaldıkça tedirginliğimde artıyordu. Aheste aheste patatesleri yerken bir yandan sandviçleri nasıl yiyeceğimi düşünüyordum keza ortamda herkes bira olsun şarap olsun bilimum alkol tüketirken bir yemek yiyen ben vardım. Ve bu çok tırt bir durumdu resmen kendimi dışlanmış hissediyordum. Bir an önce patatesleri bitirip bozulmuş saçlarımı bahane ederek can dostum Sezotuda yanıma alıp lavaboya indik. Yine işiyecektim ki işedikten sonra ellerimi yıkayınca ıslak elle saçlarımı toplayamayacağımı anımsadım ve önce saçlarımı topladım. Sonrada bir güzel işeyiverdim. Ellerimi iyice yıkadım. Sezota bakıp lan sandviçleri nasıl yicem diye sordum. Oda afili bir kahkaha patlattı. İyice göt olmuştum. Can dostum sezot bile lavaboda güldüğüne göre bana, yukarıda kesin göt olmuştum. Neyse aynaya son bir bakış attım. Ve saçlarımla yine dalga geçtim. Sinsi sinsi gülüp arkamı döndüm. Yavaş yavaş merdivenleri tırmandım. Yerimize doğru yöneldik. Oturdum ve çok kritik bir an olduğunu hissettirecek biçimde kalbim çarpmaya başladı. Etrafıma baktım. Elimi uzattım ve 2 uçlu çatalı fark ettim. Duraksadım biraz ellerim havada. O sırada doğum günü kızının annesi ile göz göze geldik. Ve gafil avlandığımı anladım. Bunu nasıl yemem gerekiyor dedim dünya skimde olmadan. Doğum günü kızının annesi hemen anaç tavrını gösterip çantasından bir selpak peçete çıkardı. Bana doğru uzattı. Hemen aldım. Ama onların sandığı gibi sandviçi tutmak için değil ellerim kirlenecekmiş de ondan sandviçi yiyemiyormuşum havası verip sıyrıldım işin içinden. Aldım elime sandviçin birini, ısırdım bir tane yanından tırt salatalık fırtladı gitti. Öyle bir sandviçle karşı karşıyaydım ki akıllara zarar vallah. Ömrüm de üç katlı sandviç yemediğim için kendimi ilk defa aynada kendi yansımasını gören makak maymunları gibi hissettim. Ama yalan olmasın ufakken artık hayvanlık mı dersin ne dersin bilmem bakkala gidip probis olsun çokoprens olsun bilimum bisküvili çikolatalı şeye para vermekten kurtulmak için pötibörlerin arasına çikolata sürüp 5 katlı probis 6 hatta 7 katlı probis yapıyorduk azımızın suyu aka aka yiyorduk onu. Böylece hiç bakkala para yedirmemiş oluyorduk. Aynı zamanda nefsimizi terbiye ediyorduk. Hiç bakkala gitme ihtiyacı duymadan büyüyüp gidebilirdik ki tasolar falan çıkmıştı o zamanlar hayatımız tombi yemekle geçiçek gibi gözüküyordu bir dönem için en azından. 
Sandviçi yedikten sonra diğer sandviçlere geçtim. Ye ye bitmiyordu. Ben sandviçlerle ilgili iken millet birası ile şarabı ile ilgiliydiler. Hepten kendimi dışlar oldum ortamdan. Şöyle dışarıdan kendime baktım, oha, mala bak gelmiş yemek yiyor ayı dedim. Çaksana iki bira dedim kendi kendime. Son sandviçimi de yedikten sonra doğum günü kızının annesinden aldığım peçete ile ellerimi silip klasımı konuşturduğumu sanarak böbürlendim ki ne böbürlendim sorma. Boş tabak bir süre ortada durdu öylece. İlgilenmedi kimse. İçinde duran minik ketçap ve mayonez tabakları sanki gözmüş gibi bana baktıklarını sandım. Hiç aldırış etmedim tabağın bakışlarına. Etrafıma bakınıp durdum ama nafile tabak üzgün üzgün bana bakıp duruyordu. Resmen hiç yemediğim ketçap ve mayonez arkamdan ağlıyorlardı lan. Çok dayanılmaz bir süreçti bu. Bir an önce garson gelsin ve bu duygusal sürece bir son nokta koysun istedim. Ve garson geldi boşları alırken kaç kişi var onu da saymayı ihmal etmedi. Anladım ki pastalar geliyor. Çocukça bir heyecan kapladı içimi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder