12 Ekim 2012 Cuma

Sarı gibi Yeşilli

Uzun süredir yazmıyorum. Biliyorum yazmadığımı. Yazamıyorum çünkü. Aklım hep belli konularda. Eskiden yazdığım gibi yazamıyorum. Eskiden sen yoktun çünkü. Aklımı toparlamaya çalışıyorum sürekli. Yazabilmek için değil. Devam edebilmek için. Hayata devam edebilmek için. Kaldığım yerden devam edebilmek için. Ama tökezliyorum düşüncelerimde. Hayal kurmaklar falan yalan oldu zaten. Durağan oldu herşey. Durağan kokuyor ve durağan rüzgarlar var. Renk yok. Renkler yok. Rengin yok. En önemlisi o gizemin yok. Bir gizemi kalmadı diye düşünüyorum. Sanki sürekli beni kendinden itmekli tavırların haklı gibi geliyor artık. İtmekte haklıydın. Haklısında. Hala haklısın. Belki hep sen haklıydın. Ama gitmeseydin keşke böyle. Şaka gibi aslında. Hem gelişin. Hem gidişin. Ani, kısa, renkli, derin ve acı. Derin ve acı kelimeleri ile sana yüzlerce şiir yazabilirim. Ama yazamıyorum. Aklım sürekli sana gidiyor, seni düşünüyor, seni düşünüyor, seni düşünüyor ve seni düşünüyor. Bir kere zaten biliyorum beni umursamadığını artık. Umursasan 3 ay oldu okadar yazdım sana, okadar mektup, mail, mesaj yazdım... Bugün tam iç ay oldu demiyorum daha olmadı çünkü. Olunca ne yaparım acaba. Pek birşey yapmam sanırım. Kabullendim senide diğerleri gibi. Diğer gidenler gibi. Ama senin gidişin bambaşka oldu. Ben hiç yıkılmamıştım bu denli. Bu kadar sarsmadı temelleri. Bir süre yıkıldım, yıkılı kaldım, yardıma koşanlar oldu, umursamayanlar oldu, olanla olanlar oldu, yoluna bakanlar zaten hep vardı.... Üzülenler oldu, karşısına alıp konuşanlar ve karşısına alıp dinleyenler oldu. Onlarda sarsılmışlar bildim. Dinlerken bildim. Senin sarsılmadığını sanmıyorum. Sende sarsıldın. Evet biliyorum. Ama neden sarsıldın onu bir türlü bilemiyorum. Sana ulaşamıyorum. Sana ulaşmak istiyorum. Ama istemiyorumda artık. Bir sürü sözler var. Güzel sözler. Aşka dair, hayata, doğaya veya sevgiye dair... Hiç birisi karşılamıyor artık. Karşılık gelmiyor bu kayba. Bu kayıp büyük bir kayıp. Bu dünyanın güneşi kaybetmesi gibi, yada kelebeklerin kozadan çıkamaması gibi, tomurcuk olup çiçek açmayan domateslerin kaybı gibi. Bu sözlerde karşılık gelmediği biliyorum. Ama yazdım işte bir kere. Mesela sonra gülüşler sahteleşti. Gülemediğimi fark ettim. Çok saçma ve ani gülmeler başladı. Yapaylığı çok bariz, yeşil olmayan gülmeler bunlar, çok gri olan gülmeler. Bir keresinde hatırlıyorumda ağlamıştın. Gülmekten ağlayan bir insan karşısında ne yapacağımı bilememiştim. Hala bilemiyorum, ne ağlayışını gördüm, ne bağırışını, sadece gülerken ağlaman kalmış aklımda. Birde o akşam ki ağlayışın kalmış. Aklımda. Aklım gördüğün gibi hep sende. Bir sürü emanet var, bir sürü hatıra var, bir sürü eşya var. Dokunamadığım kaldırıp başka bir yere koyamadığım. Onlara sadece bakabiliyorum aylardır. Bazı bitkilerim var uzun süre bakamıyorum onlara, hele bir Sarıyere gidişim var, bir insanın bir semtten bu kadar etkilendiği nerede görülmüş. Saçmalık. Tamamen saçmalıktı. Direndim ama. Direniyorum. Direnmeye devam edeceğim. Ama bir bok değişmeyecek. Ben böyle birisiyim işte. Ben sanırım hep kaybetmeye bahkum olanım. Kazandığım şeyler yok mu ? Elbette var. Mesela seni kazandım. Ama kayıplarım daha büyükler. Formaliteden yaşamak güzel bir kitap ismi olabilir aslında. Kim bilir şimdi ne yapıyorsundur. Bugün önemli bir gündü, Herkes için, benim için, senin için, bana sorarsan bütün dünya için. Kim bilir ne yaptın bugün. Acaba hiç aklına geldim mi ? Bir an olsun düşündün mü ne yaptığımı, nerede nasıl olduğumu. Umarım mutlu bir gün olmuştur senin için. Günlerinin günden güne mutlu olmasını isterim ben başka ne isteyebilirim ki. Bu saatten sonra... Bu saatten sonra isteyebileceğim tek şey ne biliyor musun? Sessizlik. Bugün uzun süreden sonra ilk defa dışarı çıktım. Akşam iş çıkış vakti idi, üstelik birde maç vardı. Milli maç. Herkes maça gitmek için bir koşuşturmaca içerisindeydi. Dönüp bir an kendime baktım kalabalığın içerisinde. Umursadığım birşey bulamadım. Kendime haksızlık mı ediyorum? Etmiyorum. Bulamadım umursadığım bir şey. Sonra yürümeye devam ettim. O dev kalabalıkta yürümeye devam ettim. Kalabalık seyreltik bir hal almaya başladıkça, daha bir fark edilir oldu sessizlik. Sessizlik senden sonra en çok hoşlandığım şey. Bir çadırda uyumanın sessizliğini özlediğimi fark ettim. Ara sokaklarda, gecenin gri olduğu o sokaklarda, sessizlik griye çaldı. Sessizliği işte bu yüzden seviyorum. Ve geceyide. Sana bunları ancak, hayatın renkleri sustuğu, şipşakın sarı,yeşil,tirşe renklerini, gökyüzünün mavisini, bir bardak kahvenin kahverengisini görmediğim geceleyin yazabiliyorum. İşte geceyi bu yüzden sevebiliyorum. Gece gridir. Gece asla pembe değildir. Gündüz vakti griye sevdamda ondandır belki. Sen sevmesende bende, griyi sevdim ben. Kim bilir şimdi ne renksindir. Griye yaklaştığını hissediyorum. Şuan kesinlikle pembe, mor yada turuncu değilsin. Hayır, hayır... Turuncu asla olamazsın. Biraz yeşilsindir belki hı? Koyuca. Bir parçan kesinlikle yeşildir senin. O grinin içerisinden kesinlikle bir parça yeşil vardır. Ama ben... Ben zifiri griyim. Grinin en dibindeyim. Grinin en dibi kesinlikle sesin olmadığı bir nokta. Düşünüyorumda acaba memnuniyetsizliklerimin temelinde bu griye olan sevdam mı var. Çünkü hem kırmızı hem pembe hem mor aynı zamanda sarı... Bunların hepsi gürültülüler. Sessizlik... Bazen o sessizliğimin içinde yok olup gideceğimi sanıyorum. Ama benimde renklere ihtiyacım varmış. Senin renklerine hayran kaldım. Demek ki sessizliğim canıma tak etmiş. Renklerine hayran kalmışım. Kırmızına, mor, yeşil ve turuncuna. Daha değişik şeylerden bahsedeyim... Renkler konusunda anlaşamıyorduk zaten. Bakamıyorum artık mesela gözlere. Korkuyorum. Gözlerini görmekten ölesiye korkuyorum. Yere bakıyorum. Sokakta otobüste yolda vapurda. Yere bakıyorum. Martılara bakıyorum. Onlarda griler büyük oranda. Çay bardağına, simide, karşıdan gelen arabaya bakıyorum. Ama korkumdan karşımdakinin gözlerine bakamıyorum. Ya senin gözlerini görürsem. Ne yapıcam ozaman. İskelenin önünden geçemedim bir ara. Bunu aştım belki şimdilerde, aylar sonra. Ama hala karşıya geçemiyorum. Çocukluğumun geçtiği yerlere şimdilerde gidemiyorum. korkumdan geberiyorum seni görürüm diye. Lanet olsun kimbilir hangi renktesin şimdi. Hangi renkte olursan ol sana çok gürültü çıkarmadan bağıracağım. Sana kızacağım. Neden kızdığımı bilmiyorum. Neden gittin bilmiyorum. Belki hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ama sana kızacağım. Suratıma bakmadan gittin. Bir elveda demeden gittin. Buz gibi bir mesajla gittin. Kızacaksam bunlar için kızacağım. Sana kızamam ben. Sana asla kızamam. Sana hiç kızmadım zaten. Ben hep kendime kızdım. Sana bakıyorumda, yine kendime kızıyorum. Kendime kızdıkça son zamanlarda, kızdığım konuların gözüne gözüne vurdum. Kendimi zorladım. Kendime kızdığım konuların dibine kadar deştim, kestim, kanattım, bağırdım sessizce yastığıma. Bendeki emanetlerine bakıp, sessizce bağırdım. Bakarken bağırdım. Ağzım açılmadı, nefesim yükselmedi bile, sessizce, hatta hiç ses çıkarmadan bağırdım. Bu aralar dedim ya kızdım kendime, deştim kendimi, eksiklerim vardı. Biliyorum bunu. Eksiklerimi gördüm. Eksik olduklarını düşündüklerimi gördüm. Onların ne renklerde olduklarını gördüm. Hepsi rengarenkler. Bu sefer kendimi boyamaya karar verdim. Her geçen gün daha bir yeşilim. Gri değil, siyah değil, beyaz değil, yeşile doğruyum. Yeşile yakınsadıkça gevşedim, sakinleştim. Duruldum. Durağan ve stabil gözlerim artık. Artık ses okadar rahatsız etmiyor. Benim rengim meğer sarı değil, yeşilmiş. Kendimi yeşile boyamaya karar verdim. Yeşile dönüyorum her geçen saksıda. Her geçen biberde ve tohumda. Ah bir de şu dişlerimi sıkmasam yatarken geceleri. Bunca şey yazdım da hala seni özleyebiliyorum, yazmak bir nebze olsun seni düşünmememi sağlar mı acaba diye yazdım, birikenler kağıda akınca, yer boşalır mı diye yazdım, biraz evet, ama seni hala özlüyorum. Özlenmeyecek bir şey değilsin çünkü. Kim bilir sen neyi özledin şimdi. Umarım güzel bir gün geçirmişsindir. Nerdesin ne yapıyorsun bilmiyorum ama... Seni hala özlüyorum... Bugün güzel bir gündü, çok güneşli ve sıcak bir gündü, bitkilerimiz için güzel bir gündü, fakat seni hala özlüyorum.