30 Ağustos 2010 Pazartesi

Doğum Günü - Bölüm4

Şimdi gitar kafeye girmiştik. Karanlıkça bir mekândı. Herkes kuruldu bir köşeye. Daha önceden kaçan grupta gelmişti şimdi ve ortalık iyice kalabalık olmuştu. Ve mekânda tanıdığım kişi sayısı iyice azalmıştı sezerin gitmesi ile. Apoyla laflıyorduk artık. Apoyla yeni kurmak istediğimiz kulüp ile ilgili konuşuyorduk ki biraz önce üç nokta isimli kafede iken tanıştığımız sunucu arkadaş araya girip duruyordu. Sanki kaslının yerini almaya çalışıyordu. Hatta o kadar ileri gitti ki bir ara eskiden atari salonlarında ki makineler vardı ya işte o makineler de maça davet etti. Yıllardan sonra ilk defa kocaman atari ile hagar oynayacaktım. Neyse parayı bana attırdı kalleş. Oynadık falan bu herif zaten alışıkmış ki hemen öne geçti bilmem kaç puan. Dellendim hemen hareketler hareketler yapıp puanımı arttırmaya çalışıyordum ama kalleş yinede benden yüksek puan yapıyordu. Oyun bittiğinde tabi ki beni yenmişti. Sonra geçtik yerimize oturduk. Apo ile laflamaya devam ettik sunucu yine araya girip bir şeyler anlatıyordu. Bir ara ilginç bir laf etti bütün belediye başkanları çevre mühendisi olmalı dedi. Resmen afallamıştım. Sunucu resmen bana belediye başkanlığını layık görmüştü. Hâlbuki Kemal Kılıçtaroğlu gibi benim zerre skimde değildi ki belediye başkanlığı. Sunucu habire belediyelerden bahis açtı durdu. Bir ara konu New York a geldi. Amerika ‘ya gidecekmiş öyle dedi. Orda ilginç şeyler varmış onları anlattı bir süre. Kemal Kılıçtaroğlu’nun projelerinden bahsetti. Sunucu resmen bilgisini konuşturup apo ile beni eziklemeye çalışıyordu. Ama yermiydim ben be bu numaraları. Laf döndü dolandı sunucunun bölümüne geldi. Görsel medya tasarımı gibi ismi olan bir bölümde okuyormuş. Filmlerden konu açılmıştı bu sefer bir filmden bahsediyordu ama adını hatırlayamıyordu hemen yapıştırdım zeitgeist dedim ha evet dedi. Başka bir filmden bahsediyordu bu sefer yine hatırlayamadı hangi filmden bahsettiğini hemen ona da yapıştırıverdim cevabı dünyalar savaşı dedim ona da ha evet dedi. Hepten afallatmıştım sunucuyu. Fakat son darbeyi vuracakken apo ben kalkıyorum arkadaşlar dedi. Apo kalkarken birden kendimi boşlukta hissettim. Anında kendimi sorgular buldum. Ben kimim nerdeyim ne yapıyorum. Bu ve bunun gibi 3 nonilyon soru aklımı kurcaladı bir anda ve kıvılcımlar koptu birden bire. Kararımı vermiştim gitmem gerekiyordu. Beni çeken bir kuvvet vardı başka bir yerde ve oturmaya devam eder isem ruhani olarak keşmekeş içinde kalacağımı biliyordum. Sunucuya lafları dayarken resmen asosyal olmuştum bir anda. Neden böyle olmuştum. Cevabını eve doğru giderken metrobüsün canımdan dışarıya bakarak düşündüm. Sanırım yetiştirilme tarzımla alakalı idi vaziyet. İlginç bir çocukluğum olmuştu. Aslında zordu. İstediğim birçok şeyi yapamamıştım. Gözlerim doldu metrobüste. Sefaköy durağı gelmek bilmiyordu. Bir an önce evime koşma içgüdüsü ile yanıp tutuşuyordum. Bir yandan da canım arkadaşım doğum günü kızı gözdeyi ne kadar kırdım acaba diye düşünmeye başladım içimden. 
İnsan yaşadığı çevreye çok bağlanıp kalırsa aksi bir durum ile karşılaştığı vakit sarsıcı olaylar yaşayabiliyor. Canım arkadaşımın doğum gününde ortamdan birden kaçıp gitmem aslında kendi içimde yaşadığım bazı gelgitlerin neticesi idi bunu gayet net biliyordum. Ve bu sorun her geçen gün daha da derinleşiyordu. Buna bir çözüm bulmam gerekiyordu. Eve gidene kadar düşündüm. Neden böyleyim ben. Bugüne kadar isteyip de yapamadığım onlarca şeyin artık benden hesap sormaya başladığını ve bu hesapların hayli kabarık olduğunu bu kabarık hesapların sırtımda dev bir kambur oluşturduğunu adeta Quasiomodo yada sırtına elma saplanmış Gregor gibi hissetmeme yol açtığını anladım. Bu yaşam tarzı bana göre değildi artık. Farklı davranmalıydım o kesin. Fakat fark ne olmalıydı. Hala bunu düşünmekteyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder